Yeni zamanlar ceza hukuku dönemi üç büyük olaydan doğmuştur:
A) 18. yüzyıldan önce başlayan ve o yüzyılda da devam eden Felsefe hareketleri;
B) Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında ve 19. yüzyılda gerçekleşen Kanunlaştırma hareketleri ve
C) 19. yüzyılın ortasında başlayan Doktrin hareketleri ya da Ceza Hukukunda Okullar Mücadelesi.
FELSEFE HAREKETLERİ:
Ansiklepodistler:
Montesquieu, 1721 ve 1748’de yayımladığı eserlerinde şu fikirleri savunur: Mutlakiyet idarelerinde kanun yoktur; hâkim bizzat kuralı ve kanunu koyar. Oysa cumhuriyet idarelerinde, hâkimler kanunu harfiyen izler ve uygularlar. …. Hükmü âdil ve tarafsız hakimler vermelidir. Cezalarda şiddet mutlakiyet idarelerine uygundur, çünkü bu idarelerin temel prensibi şiddettir. Oysa cumhuriyet idarelerinde suçları önleyecek olan faktörler vatan aşkı ve utanma duygusudur. Bu hükümet tarzında, iyi bir kanun koyucu, suçları cezalandırmaktansa, önlemeyi tercih eder. Hürriyet rejimlerine yaklaşıldıkça cezaların şiddeti azalır ve bu rejimlerden uzaklaşıldıkça cezaların şiddeti artar. Kişileri kötü yollara yönelten şey, cezaların hafifliği değil, suçların cezasız kalmasıdır. Cezalar arasında bir uyumun bulunması gerekir.
Beccaria, 1764’de yayımladığı eserinde, bir delil aracı olarak işkencenin kaldırılmasını, din ve vicdan hürriyetinin sağlamlaştırılmasını ve cezalandırmada insanileştirmenin esas alınmasını savunmaktadır. Suçları cezalandırmak gereklidir, fakat daha ziyade bunları önlemeye çalışmak ve adaleti şiddet eğilimindeki teolojinin elinden kurtarmak gerekir. Çok fazla kullanılan af yetkilerini ve vahşi cezaları kaldırmak gerekir. İyi ceza, mutlaka uygulanabilen cezadır, yoksa ağır olan ceza değildir. Cezaların tamamen aleni usullere göre ve çabuk hüküm ve tatbik edilmesi, zorunlu olması ve suçla orantılı olması, kanunla tayin edilmesi ve mümkün olduğu kadar az şiddette olması gerekir. Suçları önlemek için, özgürlüğün ve ilmin aydınlattığı yoldan gitmek gerekir.
Sözleşmeciler:
Bu akımı savunan yazarlar Hobbes, Grotius, Jean-Jacques Rousseau, Fichte ve Beccaria’dır. Bu yazarların ortak yönü, devleti sosyal sözleşme fikrine dayandırmaları ve ceza verme hakkının kaynağını da sosyal sözleşmede görmeleridir.
Rousseau, bu konuda şunları söylüyor:
“… her insanın kendi hayatını korumak için onu tehlikeye sokma hakkı vardır. Kendisini yangından kurtarmak için pencereden atan bir kimse intihardan dolayı sorumlu tutulur mu? … Suçlular hakkında hükmedilen ölüm cezası da aynı görüş açısından açıklanabilir. Bir katilin kurbanı olmamak içindir ki, insan, öldürme fiilini işleyince kendisinin de öldürülmesine razı olmaktadır. Bu sözleşmeyle, insan, kendi hayatı üzerinde tasarruf etmeyi değil, hayatını güvence altına almayı düşünmektedir…. Sosyal hukuku saldıran kimse, işlediği fiiller dolayısıyla vatan haini olmakta, kanunları ihlâl etmek suretiyle artık toplumun bir mensubu olmaktan çıkmakta, hatta topluma karşı savaş ilân etmiş bulunmaktadır. Artık onun varlığıyla Devletin varlığı birbiriyle bağdaşamaz; ikisinden birinin ortadan kalkması gereklidir..”
Faydacılar:
Bu akımın kurucusu 19. yüzyılın başlarında yayımladığı iki eseriyle Bentham olmuştur. “Cezayı meşru kılan, cezanın faydalı ya da zorunlu olmasıdır. Ceza, toplumun kendisini savunmak için kullandığı bir tedbirdir.”
Adaletçiler:
Adaletçiler, ceza verme hakkını adalet fikrine dayandırır ve “suçun faili cezalandırılmalıdır, çünkü cezanın uygulanması sayesinde suçlunun azap ve ızdırap çekmesi ve böylece kusurunun kefaretini ödemesi doğru ve haklıdır” fikrini savunurlar. Bu fikirleri özellikle Kant savunmaktadır. Kant: “İnsana belirli ahlâki görevleri akıl yükler; bu görevler mutlaka yerine getirilmelidir, çünkü bunlar aklın emridir; bunlar kendilerinden beklenen yararlar nedeniyle değil, doğrudan doğruya aklın emirleri olmaları dolayısıyla yerine getirilmelidirler. Ceza, başlı başına bir amaçtır, yoksa kendisinden beklenen faydaların bir aracı değildir…”