Vergi yasalarının yer bakımından uygulamasında, vergilendirme yetkisinin ülke içerisinde ve ülke dışında kullanımından bahsedilir. Vergi yasası ister ülkesel yetki alanında kullanılsın, isterse ülkesel yetki alanı dışında kullanılsın bu yetkinin kullanılabilmesi için devletle kişi veya vergi konusu arasında bağ kuran mali bağ gerekir. Bu bağ, devletle vergi konusu arasında olabileceği gibi; devletle kişi(temelde yükümlü) arasında da vergilendirme yetkisinin kullanılmasını sağlayan bir bağ olabilir. Bu bağları vergilendirme yetkisinin ülkesel yetkiye dayalı olarak kullanılması ve ülke dışında kullanılması bakımından ikiye ayırarak inceleyebiliriz.
-
Vergilendirme Yetkisinin Ülkesel Alan İçinde Kullanımı
Vergilendirme yetkisinin ülkesel alan içinde kullanılması için “verginin mülkiliği” ilkesi geçerli olmalıdır. Bu ilkeye göre bir devletin vergilendirme yetkisini kullanabilmesi için vergi konusunun coğrafi olarak kendi ülkesi içerisinde bulunması gerekmektedir. Vergi konusundan kastedilen de gelir, servet ya da harcamadır. Yani devletin kendi ülkesel yetki alanı içinde yer alan vergi konuları üzerinde yetkisini kullanmasına vergilerin mülkiliği ilkesi denilmektedir. Vergilerin mülkiliği ilkesi esasında çeşitli vergi yasaları bakımından farklı ifade edilebilen bir ilkedir. Mesela katma değer vergisi kanunu bakımından bu ilke varış ülkesinde vergilendirme ilkesi adını alırken; gelir vergisi ve kurumlar vergisi bakımından kaynak ilkesi adını alır.
Katma değer vergisi bakımından örneğin Amerika’dan İphone aldığınızda katma değer vergisi Türkiye’de ödenir. Çünkü harcama vergilerinde verginin konusunun(harcama) o ülke içinde bulunması gerektiğinden kaynaklı olarak malın tüketildiği yerde (tüketiciye ulaştığı nihai yerde) vergilendirilmesi gerekir. Aynı şekilde Avrupa’dan giysi aldığınızda, Arap ülkelerinden mal veya hizmet aldığınızda o malın veya hizmetin nerede tüketiliyorsa o ülkenin vergilendirme yetkisine dahil olmasını varış ülkesinde vergilendirme ilkesi olarak adlandırılmaktadır. Katma değer vergisindeki varış ülkesinde vergilendirme ilkesi, vergilerin mülkiliği ilkesinin bir yansımasıdır.
Bizim için önemli olan “kaynak ilkesi”dir. Kaynak ilkesine göre de gelir vergisi ve kurumlar vergisi bakımından gelir vergisinin doğduğu kaynakta vergi alınmaktadır. Bu anlamda gelirin kaynağı hangi devletse vergilerin mülkiliği uyarınca vergilendirme yetkisinin de gelirin kaynaklık teşkil ettiği ülke kullanıyor. Gelirin kaynağının doğmasından anlamamamız gereken gelirin ortaya çıktığı yerdir. Mesela ticari kazanç Türkiye’de elde edildiyse (alım satım veya sınai üretim Türkiye’de yapıldıysa) o gelirin kaynağı Türkiye’dir. Bir başka örnek, serbest meslek faaliyeti/avukatlık faaliyeti Türkiye’de yapıldıysa kazanılan paranın kaynağı Türkiye’dir. O zaman kaynak ilkesi uyarınca bu gelirin doğduğu ülke vergilendirme yetkisini kullanmaktadır. Kaynak ilkesi vergilerin mülkiliği ilkesinin gelir vergisi ve kurumlar vergisindeki yansımasıdır.
Diplomat muaflığı konusunda ayrıksı bir durum var kaynak ilkesinde. Normalde bir ülke kendi ülkesel yetki alanı içindeki vergi konularını, kaynak ilkesi uyarınca gelir vergisinde vergilendirir. Bunun tipik istisnası Uluslararası teamül kuralı olarak da kabul edilen diplomat muaflığı. Bu meslek grubuna giren kimseler gerek uluslararası teamül uyarınca gerek ilgili ülkelerdeki özel hükümler uyarınca o ülkede gelir de elde etseler o ülke tarafından vergilendirilemiyorlar.
Gelir ve kurumlar vergisinde dar mükellefiyet dediğimiz bir esas var. Vergi yasası yetkiyi kaynak ilkesine bağladığı durumlarda yükümlülük de temelde dar yükümlülük olarak düzenleniyor. Yani sadece, yükümlünün o ülkesel yetki içinde elde ettiği iratlar ve kazançlar üzerinden vergilendiriliyor. Yani dar yükümlülük esasına tabi iseniz sadece TC’de elde ettiğiniz kazanç ve iratlardan vergiyi ödüyorsunuz. Yurt dışında bir geliriniz varsa bunun için vergi ödemiyorsunuz.
Başka vergilerden de örnek vermek gerekirse, servet vergileri bakımından mülkün bulunduğu yer de vergilendirme yetkisinin kullanılması bakımından mali bağ ölçütü olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu da vergilerin mülkiliği ilkesinin yansımasıdır. Gayrimenkulün bulunduğu devletin vergilendirme yetkisini kullanması bunun tipik örneği.
2. Vergilendirme Yetkisinin Ülkesel Yetki Alanı Dışında Kullanılması
Buradaki temel ilke mülkilik ilkesinin karşıtı olan kişisellik ilkesidir. Burada devlet ile yükümlü arasında mali bağ kurulmaya çalışılıyor. Devlet ister ülke içinde ister ülke dışında olsun kişisel bağdan hareketle vergilendirme yetkisini kullanabiliyor. Bu ilke vergilendirmenin kişiselliği ilkesini oldukça genişleten bir ilkedir. Sadece ülke içinde değil ülke dışındaki vergiyi doğuran olaylar üzerinde de devletin vergilendirme yetkisi kullanması söz konusu olabiliyor.
Eğer TC’de ikametgâhınız varsa TC gelir vergisi kanunu uyarınca Almanya, Fransa, Endonezya vs nerde gelir elde etmişseniz edin buralar üzerinden elde ettiğiniz gelirler bakımından da TC’ye vergi ödemek zorundasınız. Burada kişisellik ilkesi bağ olarak “ikamet ölçütünü” kullandı. Genelde modern vergi sistemlerinde bu ikametgâh ölçütü kullanılıyor. Almanya’da çalışan Türk işçisi kural olarak ikametgâhı burada olduğu için Almanya’da elde ettiği gelir için de TC’ye gelir vergisi ödemek zorunda. Bizim gelir vergisi kanunumuz ikametgâh ölçütünü benimsemiş, bu da ülkesel yetki alanımız dışında da vergilendirme yetkimizi kullanmamızı sağlıyor.
İkametgâh tek ölçüt değil. Kişisellik bağlantısını kuran bir diğer ölçüt “uyrukluk ölçütü”. Bu ölçüte göre vergilendirme yetkisi tamamen uyrukluktan ( gerçek kişilerde vatandaşlıktan) hareketle o devletin ülkesel yetki alanı dışında da kullanılabiliyor. Bu ölçüt bizim gelir vergisi kanunumuzda da istisna bir ölçüt olarak kullanılıyor. TC vatandaşları resmi bir dairede görevli olarak ya da özel bir şirketle bağlantılı olarak yurt dışında görevli iseler uyrukluk ölçütü uyarınca TC gelir vergisi kanununa tabidir. ABD uyrukluk ölçütünü en çok kullanan ülkedir, ikametgâh ölçütünü pek kullanmaz. Obama Antalya’da gayrimenkul alıp kiraya verse Amerikan vatandaşı olduğu için vergilendiriliyor.